Evet atanamayanlar adlı kitaptan sonra başladığım yeni kitap ise nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk un kafamda bir tuhaflık isimli romanı. Kitabın ismi en dikkat çekici yani ben de kafamda büyük bir tuhaflık hissetmiyor değilim hani o yüzden çıkar çıkmaz okumak istedim. Tabi bu kitapları okumam için bana gönderen değerli arkadaşıma da teşekkür etmeden edemeyeceğim. Kendisi çok uzaklardaki kaf dağında yaşıyor olsa da değerli birisi :)
Gelelim kitaba yeni başladım evet hatta henüz 50. sayfadayım ama buraya kadar güzel giden içimizden birinin hikayesi anlatılıyor. Güzel akıcı bir dili var sanırım bunu söylememe gerek yok Orhan Pamuk için zira kendisi nobel ödüllü bir yazar... Bakalım kitabın sonunda yeniden yorumlarım ama şimdilik beni sıkmayacağını anladım .. kitabın sonunda görüşürüz...
Kitabi yeni bitirdim bilmem inanır misiniz bazı kitaplar ölüme sürükler insani bu kitap da atanamamak ile ilgili hiç bir şey olmamasına rağmen insanda tuhaf bir şey hissettiriyor,edebiyatlarına da verdikleri isim gibi üç günlük dünya edebiyatının hakkini veriyorlar. Eğer intihar eğilimindeyseniz elinize dahi almayın kendinizi bir ipin ucunda bulabilirsiniz ... insani öldüren tek kitap olarak listeye eklenebilir nitelikte zira. Sahi bu kitap yüzünden intihar etsek suçlu kim olur? bu arada kitabi anlamayı da beklemeyin ..... Evet bir kitabı okuyup gerçekten ciddi ciddi ölmeyi düşünebilir mi insan. kitabı bitirdiğim zaman hemen yazarın mail adresini aradım birebir ulaşabileceğim, derdimi yaşadıklarımı duygularımı anlatabileceğim, nasıl olur da böyle bir ruh haline girmeme sebep olduğunu anlatabileceğim bir iletişim adresi. ama böyle bir şey bulamadım ya gerçekten iyice aramadım ya da bilerek böyle bir iletişim yaşansın istemediler .. Sanmıyorum aslında ama olsun.. Doğrusunu söylemek gerekirse benim hayatımın en berbat geçen dönemlerinde olduğum için oradaki karakterle özdeşleşip yok olup gitmek istemiş olabilirim... Kitaplar işte insana her türlü duyguyu hissettirebiliyor, bir ara bilirsiniz murat kekillinin bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz dediği şarkıyı dinleyip intihar edenlerin olduğunu duymuştuk, gerçek mi şehir efsanesi mi olduğunun öğrenemedik ama akıllarda bu böyle kaldı.. Belki bu kitabında öyle bir etkisi vardır.. Belki de sadece ben böyle hissetmişimdir. Hem zaten atanamayan bir öğretmenin, atanamayanlar adlı kitabını okuyup intihar etmesini kim umursar ki... Yine de biz bu kitabı yazan Başar Öztürk e teşekkür edelim, böyle berbat şeylere sürüklediği için :) bu şakaydı tabi.. neyse ki o ruh halini geçirdim, yarın ne olacağı bilinmez.. Yeniden söylüyorum intihara eğilimliyseniz okumayın ... İLK YAŞAMIMDI, ACEMİLİĞİME GELDİ...
Umutların tukendigi çok zamanlar oluyor, dünya bombos, hayat anlamsız, yasamak için tek bir sebebinin olmadıgı, istedigin gibi yasayamadıgın bir dunya.. Hatta git gide kendini bir matrix in içinde hissettigin sadece belki de her seyi sanal yasadıgın idealar dünyası. Sanal sohbetler, sanal arkadaslar, diziler filmler,sosyal medyada hayatlarını takip ettigin ama normalde hiç rastlamadıgın ve belki de ölene kadar hiç görmeyeceğin insanlar...
istedigini elde edemedigin, hayalini kurdugun hayatı yasayamadıgın, ve hiç bir zaman hakkını alamadıgın adaletsiz gercek dünya.. bunları düsündükçe sanal ortamın kendi iç dünyasında yasamak belki daha mantıklı geliyor, 10 metre karelik odalarda parlak bir ekranda yasadıgın gülmeleR, aglamalar, ve gereksiz bir sürü şey...
güttükçe gercek dünyadan çıkıp sanal dünyada hapsolma... sonucta bir dünya var belki de kendini iyi hissettigin, derdini tasanı paylastıgın..
yasamak zorundayız elbette tek bir umut kırıntı mızın dahi kalmadığı zamanlarda bile.. ölmek kolay değil zira. diyordu ya bir şarkıda
son zamanlarda izledigim en karmasık, beynimizi düsünmeye mecbur eden olayları çözebilmek için ayrı bir düsünce gücü gerektiren güzel bir filmdi. filmin sonunda noldu yaa diyebilirsiniz .ve uzun süre de düşünebilirsiniz filmin ardından :) merak edenlere iyi seyirler :)
Amerikalı bilim-kurgu yazarı Robert Heinlein'in "All you zombies" metninden uyarlanan; seyrederken izleycinin beynini yakan kurguya sahip, zaman kavramı ve bu kavramla ilgili en iyi paradoksu; sahip olduğu kurgunun tabanına koyan ve kesin izlenesi film. Akıl yorgunluğunu önlemek için bir tiyo vereyim: Paradokslarda başlangıç yoktur! Aramaya çalışmayın... Bilim-kurgu seviyorsanız, karmaşık ve derin düşüncelerle beyin denen organı zorlamak ata-sporunuzsa, mutlaka izleyin! ... (the-mt'in film hakkında yorumunundan alıntıdır.)
27 Kasım 2014 Perşembe
Bazen diyorum ki keşke dünya yuvarlak değil de düz olsaydı. O zaman kenarına kadar gidip atlayarak intihar edebilirdik, uzay boşluğunda yok olurduk belki de başka bir gezegene ya da başka bir galaksiye düşerdik. Evet bilemeyiz belki her şey daha iyi ya da daha kötü olabilirdi.. Ama dünya düz olsaydı ve bunu yapabilseydik ölümümüz havalı olabilirdi.
Aslında bu düşünce uzun zamandır aklımdaydı bu gün izlediğim bir video da bunun tuzu biberi oldu ki videodaki amcamız inatla dünyanın düz olduğunu iddia ediyor :) Hatta amcayı tubitakla bile konuşturuyorlar ki amca pes etmeden ikna etmeye çalışıyor,telefonu kapatmadan önce de Ankarada bu konuda seminer verme sözü veriyor :) merak edenler için işte linki :)
Bir söz vardı hızlı yaşa genç öl, hiş olmazsa cesedin yakışıklı olsun. Sanırım ben hızlı yasayanlardan değil sabreden dervişlerden olacağım. Çünkü hayatım hiç bir zaman yolunda gitmeyecek. Bu da belki bir zamandan sonra bir bağışıklık kazandırıyor insana. Ben hangi işe elimi atsam ya kapanır, ya iflas eder, ya da yıllardır hiç olmamış bir şey olur.. Bir umut bakalım beklemeler mecburiyetindeyim ...
beklemek üzerine incir reçelinin bu muhteşem bekleme sahnesini izleyelim ... beklemek bazen mecburiyettir.
Hayat bazen o kadar çok üzerine gelir ki insanın aldığı nefese, tutabildiği kaleme, yürüyebildiği yollara şükredemez olur. O kadar çok bunalır, daralır, üzülür ve ezilir olmayan şeylerin üzerine. Düşünür ki o istediği şey oluverse her şey çok güzel olacak. Evet bazen öyledir de. Dünya değişir, yeniden gülümsemeye, etrafına yardım etmeye, faydalı olmaya başlar.
Ama olmuyorsa olmuyordur işte, üzülmeler faydasız, yakınmalar, düşünmeler kahrolmalar netice sizdir. Ve belki de böyle zamanlarda elimizde olan tek şey bir yerde durup bu kötü zamanın geçmesini beklemektir. Çünkü elinden bişey gelmez, kanadın kırılır, ruhun ise çoktan kapanmıştır kendi kuytu köşesine.
Beklemek ve kadere bırakmak bazen iyi gelir, tabi artık bu kuyudan çıkmaya mecalin, ve tırmalayacak tırnakların kalmadıysa...
Kim demiş ki yalnızlık kötü diye, karışanın görüşenin yok öyle degil mi? Bir yere giderken izin alman gerekmiyor, niye şunu bunu yaptın diye soranın yok. Hatta öyle bir sey ki bazen nasılsın diye soranın da yok...
Yalnızlık bazen öyle bir hal alır ki kendini dinlerken insanları duyamaz olursun, kendi sesinden kafandaki gürültüden baskasını duyamazsın. Tamam yalnızlık kötü degildir evet ama bazen yalnızlık bir cezadır, bazen bir seçimdir, bazen mecburiyettir, bazense kader kısmet ve nasiptir.
Bazı zamanlar oluyor ki hiç bir şeyden umudum kalmıyor. Sanki tüm her şey kötü gidecekmiş gibi... Ama sonra gecen yıllara bakıyorum tüm kötü şeyler bir gün bitiyor. Ya da kanıksıyoruz.. şarkıda dediği gibi eyvallah dersin geçer gider. İzlediğim the orijinals adlı dizide öyle diyordu klaus her kötü şey bir gün bitiyor. Çok doğru. umut biterse hayatta bitiyor.. umutlarımızı hep yanımızda tutmalıyız, ama gel gör ki yapamıyoruz çoğu zaman, yelkenlerimiz düşüveriyor. Kırılıveriyor kanatlarımız.
izlediğim o dizinin afişini paylaşacağım sizlerle. yalnız bu dizinin bir garip tarafı var belki bilirsiniz the vampire daries dizisinin 5. sezonunda oradaki karakterlerden ayrı bir dizi oluşturuluyor.
tabi sonra da bu konunun ana esin kaynağı olan şarkıyı dinlemeden olmaz değil mi.. o da mazhar alanson, benim hala umudum var..
güzel günler bizi bekler, eyvallah dersin olur gider...
Az önce de söylediğim gibi dili olmayan Fransız şarkılarından biri daha zaz daha önce belki duymuşsunuzdur.. Çünkü kısa bir süre önce tüketilmiş bir şarkı ,bir çok kişinin telefon melodisi olmuştur. Ben de bu şarkıyı youtube da bulup dinlediğimde sözlerinin alt yazılı olanına denk geldiğim için kendimi şanslı hissetmiştim .. Yoksa bir Fransızca şarkıyı ölsem çeviremem sanırım :)
işte şarkımız bu ve klibinin linkini paylaşıyorum yine sizinle :)
Biliyorsunuz değil mi.. Aslında müziğin dili yoktur hangi dilde olursa olsun bazen sözlerini anlamadığınız şakılar melodiler sizi alıp başka yerlere götürür... Ben de aslında pek fazla yabancı müzik dinleyen biri değilim fakat nedense Fransız ezgilerini seviyorum ... size bir kaç şarkı önereceğim benim gerçekten her dinlediğimde güzel şeyler hissettiğim ya da hüzünlendiğim melodiler ...
İşte bunlardan birisi aşağıda bağlantısını paylaştığım bu şarkı ...
Bu gün uzun zamandır Türkiye'de savaşılan çocuk gelinlerle ilgili bir film izledim... o küçücük kız çocuklarının çaresizliğini, töre bilmem ne ayağına gözünün yaşına bakılmadan kocaman adamlarla evlendirilen çocuk gelinler... Belki de pek zor önlemi alınacak bir sorun.
Kadınlar korktukça, bazı müdürler, doktorlar bu gibi şeylere göz yumdukça kimsenin haberi olmadan kim bilir nerelerde göz yaşı döken minicik kızlardan kimin haberi olacak ? kadına şiddet, çocuk istismarı o kadar da uzakta değil.. Bizler kendi camdan kalelerimizde yaşayıp gözümüzle gördüğümüz kulağımızla duyduğumuz şeylere karşı üç maymunu oynarsak nasıl çıkarız bu karanlıklardan aydınlığa?
evet aslında blog yazmak bir nevi günlük yazmak .9 ben de günlük yazmayı bol bol severim .belki günlük yazmak degil de anlatacak çok seyi gösterecegi paylasacagı cok seyi olmak. ben de kendimce bir çok sey paylasacagım :) ve diyorum ki hayata merhaba...